İşgal medyası savaşın amaçlarına hizmet etti… Arap resmi medyası ise direnişi hedef aldı ve normalleşmeyi teşvik etti!
7 Ekim’in ilk saatlerinde İsrail kanalları adeta acil hat gibi çalıştı; orduya ve güvenlik güçlerine yön vermeye kalktı.
Suudi Arabistan medyası Filistinlilere güçlü bir dayanışma gösterdi ama normalleşmeyi de kaçınılmaz bir “zorunluluk” gibi sundu.
Mısır’daki istihbarat ve güvenlik birimleri, medyayı “Sisi’nin gücünü göstermek” ve direnişi karalamak için kullandı!
Lübnan medyasındaki temel çatlak: Hizbullah’ın savaşa girmesinin eleştirisi ve İsrail saldırısından duyulan korku.
Gazze Savaşı’nda Arap ve “İsrail” medyasının tutumuna dair, Hayfa merkezli “Arabs 48” internet sitesinin genel yayın yönetmeni Rami Mansur, “Filistin Araştırmaları Enstitüsü” için 2024 Kış sayısında bir çalışma yayımladı. Çalışmada, işgal medyasının nasıl hızlı bir şekilde orduyu desteklemek, suçlarını örtmek ve kendisini “savaşın askeri planına hizmet eden bir araç” olarak konumlandırmak için harekete geçtiği ortaya konuldu[1].
Yine “Arap Reform Girişimi” 22 Aralık 2023’te Orta Doğu ve Arap bölgesindeki medya organlarının Gazze Savaşı’nı nasıl ele aldığını ve Filistin hakkındaki anlatıların nasıl örüldüğünü inceleyen bir başka çalışma yayımladı[2]
Her iki çalışma da, Gazze’ye yönelik saldırıların ele alınışında Arap medyasında ortaya çıkan çelişkileri, bu yayınların çoğu kez Filistin davasına değil, bizzat işgalciye yarayacak şekilde gelişigüzel bir anlatıyı güçlendirdiğini gözler önüne serdi.
“İntikamcı“ Bir Medya Dili
İlk çalışmada, “Mako” haber sitesinin askeri muhabiri Şai Levi’nin, “Aksa Tufanı”nda Kassam güçlerinin işgal ordusunu bozguna uğratması sonrası İsrail medyasının tutumuna dair değerlendirmesine yer verildi. Levi şunları söylüyor:
“İsrail ordusunun sözcülük kurumu kendilerini eleştiren herkese karşı inanılmaz derecede intikamcıydı. Ellerindeki tüm materyalleri günlük bir ajanda dayatmak ve muhabirleri sadece kendi yayımladıklarını tekrarlamaya zorlamak için kullandılar.”
Bu da elbette işgalcinin kendini mağdur göstermesi, yalan üreterek işlediği tüm katliamları meşrulaştırmaya çalışması anlamına geliyordu.
Çalışma, İsrail medyasının üç aşamada hareket ettiğini belirtiyor: şok; seferberlik; soru sorma.
Bu aşamalar, medyayı tamamen savaşın askeri planına hizmet eden bir propaganda makinesine dönüştürdü; böylece medya içeride toplumun zihnini şekillendiren bir “iç hasbara” aracına dönüştü.
“Hasbara”, İsrail’in dünyayı yanıltmak, algıyı manipüle etmek ve işlediği suçları aklamak için kullandığı propaganda aygıtıdır.
İsrail Medyasının Yapısı
Çalışmaya göre İsrail’de yazılı, işitsel ve görsel medya; büyük finansal güce sahip zengin ailelere ait. “Yediot Ahronot”un sahibi Moses ailesi, “Haaretz”in sahibi Schocken ailesi buna örnek.
Bu mali güç sayesinde medya, siyasal iktidara veya herhangi bir partiye doğrudan bağımlı olmadan hareket ediyor. İç sayfalarda yarım sayfalık bir reklamın “Haaretz”te 5.000 dolar olması buna bir örnek.
Aynı durum ticari kanallar (Kanal 12 – Kanal 13), yerel radyo istasyonları ve “Ynet”, “N12”, “Walla” gibi internet siteleri için de geçerli.
Devlet fonlu resmi yayıncılık kurumu “KAN” bile hükümet adına konuşmuyor; eleştirebiliyor ve diğer kanallar gibi hareket ediyor.
Devlet fonlu olduğu için “reyting” baskısından bağımsız belgesel ve dramatik içerik üretebiliyor; ticari kanalların aksine eğlence programı zorunluluğu yok.
Aksa Tufanı’nın Şoku
7 Ekim 2023 Cumartesi sabahı, Kassam mensuplarını taşıyan beyaz bir Toyota kamyonetinin Ofakim sokaklarında dolaştığı görüntü hızla yayıldı.
Aynı saatlerde medya, ordu ve istihbarattan daha hızlı hareket etti. Canlı yayınlar açıldı; özellikle güneyde yaşayan muhabirler olay yerindeydi.
Güneydeki bir muhabir canlı yayında “Silahlanmak istiyorum, herkes silahlanmak istiyor!” diye bağırdı. Muhabirler, WhatsApp üzerinden kuşatma altındaki sivillerden gelen mesajları okuyordu.
Korku içindeki bir genç kız telefonda “Ordu nerede?” diye ağlıyordu.
Kanallar, kuşatma altındaki insanların çağrılarını aldı ve muhabirler adeta orduya talimat verir gibi adresleri bildiriyordu.
Bu safha bir şok dönemiydi. Ordu çökünce medya devletin yerini almaya çalıştı.
Savaşın sürpriz etkisiyle, güneydeki ordu birimleri uzun saatler devre dışı kaldı; iletişim sistemleri çöktü; devlet birkaç saat yok oldu.
Seferberlik ve Filistinlilerin Şeytanlaştırılması
Ardından gelen ikinci aşamada medya tamamen askeri söyleme entegre oldu. Filistinlilere “insan hayvanları” dendi; bunu ilk söyleyen savunma bakanı Yoav Galant’tı.
Hamas’a “DAEŞ” dendi; bir Kanal 12 muhabiri ise Hamas’ı “Nazi” olarak tanımladı.
Kanal 11’de üst düzey bir yargı yetkilisi, “Gazzeliler arasında sivil ve savaşçı farkı yok, herkes savaşçıları evinde barındırabilir” diyerek sivil katliamını meşrulaştırdı.
Stüdyolar emekli subaylarla doldu; hepsi aynı mesajı tekrarlıyordu: Filistinliler düşman, hepsi hedef.
Gazeteciler ordu sözcüsünün ağzından çıkan her şeyi aynen yayımladı. WhatsApp’tan gelen “üst düzey güvenlik kaynağı” mesajları sorgusuz kabul edildi.
Gazze’de siville savaşçıyı ayırma tartışması tamamen yok edildi.
Ölüm çağrıları, toplu cezalandırma söylemi medya gündemini kapladı.
Ordu sözcüsü her sabah ve akşam ana haberlerde ağırlanıyordu; hiçbir gazeteci tek bir sorgulayıcı soru bile sormadı.
“Sonraki Gün” Sorusu
Siyasetin de sormadığı “savaş sonrası ne olacak?” sorusu medya tarafından da gündeme alınmadı. Sadece kara harekâtı öncesi, ordunun kaygıları çerçevesinde birkaç kez dile getirildi.
Medya, savaşın askeri planına gönüllü olarak uydu; hatta esir takası meselesini bile bilerek geri plana itti.
Gazze’de tutulan sivillerin aileleri yayına çıkarıldı, ama onların asıl talebi —“tüm esirler karşılığında tüm esirler”— asla ekranlara taşınmadı.
Soruların Başladığı Üçüncü Aşama
Savaş uzayıp işgal ordusu hedeflerine ulaşamayınca medya sınırlı düzeyde soru sormaya başladı.
Ama sorular “savaşın anlamı, sivil ölümleri, işlenen suçlar” üzerine değildi…
Sadece İsrail’deki rehineler ve esir takası üzerineydi.
Yazarların çoğu, ordunun söylediğini tekrarlamaya devam etti:
“Gazze’de askeri baskıyı arttırmak esir takasını hızlandırır.”
Oysa Kassam, sivilleri ilk günden bırakmaya hazır olduğunu söylemişti; İsrail reddetmişti.
Medya yine ordunun çizgisini izledi.
Ordunun “dost ateşi”yle kendi askerlerini öldürdüğü olaylar bile medya tarafından örtbas edildi; “ulusal birliğe zarar vermesin diye” gizlendi.
Bu bir gazetecilik değil; ordu için karartma operasyonuydu.
İçerideki “Korkaklık” Eleştirisi
Çalışmanın sonunda, İsrailli araştırmacı Idan Ring’in “Medya bize savaşın sadece küçük bir kısmını gösteriyorsa, bu milliyetçilik değil korkaklıktır” sözü aktarılıyor.
Aslında bu “korkaklık” gerçeği gizlemek, yani tam anlamıyla bir ihanet.
İsrail medyası sağcı veya solcu değil;
-ya sağcı
-ya aşırı sağcı
-ya da çok küçük bir liberal çevre.
Bundan dolayı iki araştırmacı şöyle diyor:
“Dünyanın gördüğü görüntülerle İsraillilerin gördüğü arasında devasa bir uçurum var. Bu uçurum antisemitizmle falan açıklanamaz. İsrail medyasının Gazze’deki yıkım ve insani bedeli sistematik olarak gizlemesinden kaynaklanıyor.”
Bu da aslında iç hasbara, yani topluma yönelik sistematik beyin yıkama operasyonudur.
Arap Medyasının Skandalı!
22 Aralık 2023’te Arap Reform Girişimi tarafından yayımlanan araştırmada, Arap medyasının Gazze Savaşı’nı ele alış biçimi tam bir skandal olarak görünüyor. Bazı medya organları sadece direnişi eleştirmekle kalmıyor, saldırganla normalleşmeyi savunarak işgal medyasıyla aynı hizaya geçip Gazze halkını şeytanlaştırıyor ve ardından onların yok edilmesini meşrulaştırıyor!
7 Ekim’de Hamas’ın “İsrail”e saldırı düzenlemesinin ve ardından işgal ordusunun yıkıcı intikam operasyonunu başlatmasının ardından, Orta Doğu’daki gazetelerde ve televizyon tartışma programlarında Gazze ile ilgili haberler adeta sel gibi aktı. Ancak benimsenen anlatılar, her ülkenin iç siyasi çıkarlarını ve toplumsal hassasiyetlerini yansıtıyordu.
Suudi Arabistan
Suudi Arabistan’da medya, halkın tepkisiyle uyumlu şekilde Filistinlilerle güçlü bir dayanışma sergiledi; fakat aynı zamanda “İsrail” ile normalleşmeyi bölgesel barış için kaçınılmaz bir gereklilik olarak sunmaya devam etti.
Suudi araştırmacı Aziz Al-Ghashian, Suudi medyasının ve devlet politikasının Gazze Savaşı konusundaki tutumunu açıklarken, Suudi medya söyleminin genel olarak Filistinle dayanışma gösterdiğini ve “İsraillileri” şeytanlaştırdığını vurguladı. Ancak bu durum, Suudi Arabistan’a ait olan Al Arabiya kanalı için geçerli değildi.
El Cezire başından beri anlatısını çok net bir şekilde ortaya koyarken, Al Arabiya ise Hamas saldırılarının “İsrailli” kurbanlarıyla ilgili “korkunç” hikâyelere yoğunlaşarak İsrail’in intikam operasyonlarını meşrulaştıran bir çerçeve sundu.
Al Arabiya, Hamas liderlerinden Halid Meşal ile yaptığı röportajda şu şekilde meydan okudu:
“Bunun sorumluluğunu sizin de taşıdığınızı söylemenin adil olduğunu düşünüyor musunuz? Çünkü büyük bir tepkiye neden oldunuz.”
Araştırmacı, kanalın “İsrailli” yetkililerle de röportaj yaptığını ve onların anlatılarına itiraz ettiğini belirtiyor. Ona göre Suudi medyası, krallığı çatışmada gözlemci bir konuma yerleştirmeye çalışıyor.
“Arap Normalleşme dosyasının kapısı hâlâ açık; top İsrail’in sahasında” değerlendirmesi bu yaklaşımı özetliyordu.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Fox News’e verdiği röportajda “Her gün normalleşmeye daha çok yaklaşıyoruz” demiş, ardından şu ifadeyi eklemişti: “Ama Filistin meselesine bir çözüm bulmalıyız ve Filistinlilerin hayatını kolaylaştırmalıyız.”
Burada bağımsız bir devlet ima etmese de, Filistin unsurunun hesaba katılması gerektiğini söylemiş oldu.
Mısır: Sisi Kendini Parlatıyor
Mısır’ın devlet kontrolündeki medyası için Gazze Savaşı, ülkenin en zor dönemlerinden birinde, tarihin en ağır ekonomik krizlerinden birinin gölgesinde ve başkanlık seçimleri öncesinde geldi. Bu nedenle savaşın nasıl sunulacağı herkes tarafından dikkatle takip edildi.
Mısır medyasındaki derin kutuplaşma bu dönemde daha görünür hale geldi. İzleyici çoğu zaman devlet destekli, propaganda yüklü, karmaşık ve çarpıtılmış haber anlatılarıyla; bir yanda da sert şekilde rejim karşıtı yayın yapan mecralar arasında sıkışıp kalıyordu.
Savaşla ilgili haberlere yaklaşırken tüm taraflar çok dikkatli davranmak zorundaydı. Çünkü her medya grubu, desteklediği siyasi çizgiyi en iyi şekilde göstermek istiyordu:
Filistin’i destekleyen kahramanlar mı, yoksa İsrail karşıtı güçlü duruş mu?
Bu ortamda sadece birkaç bağımsız mecra —Mada Masr ve Manshet gibi— daha dengeli bir yayıncılık yapmaya çalıştı. Ancak bu yayınların çoğu zaman itibarsızlaştırıldığı, gazetecilerinin ise uydurma suçlamalarla gözaltına alındığı da belirtildi.
Her ne kadar tüm medya “İsrail’in” Gazze’de sivillere yönelik saldırılarını kınamış olsa da, detaylarda büyük farklılıklar ortaya çıktı. Üstelik seçim tarihi olan 18 Aralık 2023 yaklaşırken, medya üzerindeki baskı daha da arttı.
Sisi’nin seçimlere güçlü bir katılım göstermek, böylece iç ve dış politikada zor kararlar alabilecek bir meşruiyet üretmek için bu savaşı kendi lehine kullandığı açıkça görüldü.
Bu yüzden medya günlerce Mısır’ın yardım kamyonlarını Rafah’a göndermesini, ordunun gücünü gösteren videoları ve Sisi’nin propaganda etkinliklerini 24 saat canlı yayında verdi.
Karşıt medya ise bu gösterilerin “Gazze Savaşı’nı seçim propagandasına dönüştürme girişimi” olduğunu yazdı.
Devlet medyası Sisi’nin Gazze halkının Sina’ya zorla göç ettirilmesine izin vermemesini, Filistin egemenliğini savunan bir duruş olarak sundu.
Muhalif medya ise bunun aksine, Sisi’nin İsrail ve ABD ile Gazze halkının bir kısmını kabul etme karşılığında borç hafifletme anlaşmaları için pazarlık yaptığını iddia eden raporları öne çıkardı.
Muhalif yayınlar ayrıca, savaşın ilk günlerinde Gazze içinde mahsur kalan Mısırlıların, İsrail’den izin çıkmadığı için ülkelerine dönemeyişine dikkat çekti.
Devlet destekli medya, Mısır’ın İsrail’le olan yakın ilişkilerinin önemini küçültmeye çalışırken, muhalefet medya iki ordunun işbirliğini —özellikle Sina’daki IŞİD operasyonlarını— açıkça vurguladı.
Muhalif medya, Sisi’nin İsrail’in düşmanı olan Hamas’a karşı daha uyumlu bir çizgide olduğunu söyleyerek onu eleştirdi.
Lübnan: Nefsi Koruma
Lübnan ile “İsrail” arasındaki uzun süreli gerginlikler ve 2006 Savaşı’nda İsrail’in ülkede yarattığı yıkım nedeniyle, birçok Lübnanlı 7 Ekim’de Hamas’ın saldırı haberlerini ilk anda memnuniyetle karşıladı. Ancak Lübnan medyasının savaşla ilgili odak noktası platformdan platforma oldukça değişti. Birçok medya kuruluşu saldırıyı Filistin direnişinin bir zaferi olarak yorumlarken, diğerleri bu saldırının maliyeti konusunda daha temkinli yaklaştı.
Hizbullah’ın tepkisi ise netti. 8 Ekim’de parti, “Gazze ve Filistin halkını desteklemek için askeri operasyonlar” başlatacağını duyurdu.
Medyanın ilk sorduğu soru “Gazze’de ne olacak?” iken, bu soru çok hızlı bir şekilde “Peki Lübnan’da ne olacak?” sorusuna dönüştü. Lübnan medyası siyasi partilerle ilişkili olduğu ve mezhepsel çıkarlar arasında rekabet bulunduğu için, herhangi bir konuda ortak bir görüş oluşmadı. Ancak kamuoyunda neredeyse tam bir fikir birliği vardı: İsrail’in Filistinlilere yönelik askeri operasyonları, zayıf bir bölgeye karşı uygulanan vahşi ve acımasız bir güç gösterisiydi.
Lübnan’daki medya sahnesindeki temel çatlak ise Hizbullah’ın savaşa katılımına yönelik artan eleştiriler oldu. Burada gündemi hızla yeni bir Lübnan–İsrail savaşının korkusu belirlemeye başladı. Sosyal medya, tartışma programları ve siyasi münazaralar, Lübnan’ın İsrail’le yeni bir savaşı kaldırabilecek kapasiteye sahip olup olmadığına dair endişelerle doldu. Ülke, modern tarihinin en ağır ekonomik çöküşlerinden birini yaşarken böyle bir savaşın sonuçları konusunda toplumda büyük bir kaygı hakim oldu.
Yemen: Gazze Safları Birleştiriyor
Yemenlilerin Filistin’e olan güçlü bağlılıkları nedeniyle, Yemen medya kuruluşlarının Gazze Savaşı’na verdiği tepki, ülkede süren yıkıcı iç savaşa rağmen Filistin meselesinin hâlâ birleştirici güç olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Ekim ayının sonunda Ensarullah Hareketi – yani Husiler – “İsrail”e doğru füze ve İHA’lar fırlattığını açıkladığında, Yemenliler tüm siyasi yelpazede bu haberi coşkuyla karşıladı. Ancak sosyal medyadaki bazı aktivistler bu saldırıları “gürültüden ibaret” bir medya gösterisi olarak küçümsedi ve Husilere, gerçekten ciddi olduklarını göstermek için Kızıldeniz’deki ticaret yollarını hedeflemeleri gerektiğini söyledi. Nitekim Husiler kısa süre sonra Yemen’in batı kıyısı açıklarında “İsrail” limanlarına giden ticari gemileri vurdu.
Yemen sosyal medyasında, Husilerin “İsrail”e karşı yaptığı eylemlere yönelik büyük bir halk desteği görüldü. Hatta Husilerin en amansız düşmanları bile – yaklaşık on yıldır cephe hatlarında onlarla savaşan Islah Partisi mensupları – Gazze’nin yanında durdukları için Husileri övdü ve tüm Yemenlilere Filistin’e destek için birleşme çağrısı yaptı.
Bu sırada uluslararası alanda tanınan hükümetin sözcüleri – Sana’yı Husiler ele geçirdiğinden beri güneyde zayıf ve dağınık bir şekilde faaliyet gösteren hükümet – bu saldırıları kınadı. Ancak halk tepkisi çok sert oldu ve hükümet yetkilileri “Suudi Arabistan ve BAE’nin siyonist müttefiklerinin ajanları” olmakla suçlandı.
Yemen savaşının her iki tarafındaki önde gelen din âlimleri de Filistin davasına verdikleri desteği dile getirdi ve daha fazla tırmanış çağrısı yaptı.
Güney Geçiş Konseyi’nin lideri, ABD’nin Kızıldeniz’de güvenliği sağlamak için önerdiği çok uluslu güce destek sunacağını, ABD’nin özel temsilcisi Tim Lenderking ile yaptığı görüşmede söylediğinde, sadece rakipleri değil, kendi destekçilerinin bir kısmı bile onu sert şekilde eleştirdi ve Filistin’e tam destek ilan etti.
Bunun üzerine Güney Geçiş Konseyi Başkanı Aidarus Zubeydi, aldığı tepkinin oluşturduğu imaj hasarını gidermeye çalıştı. Filistin kefiyesi takarak poz verdi, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (1967–1990 arasında Güney Yemen’de var olan Marksist devlet) Filistin davasına tarihsel desteğini hatırlatarak kendini savunmaya çalıştı.
Bu süreçte en büyük kaybeden ise uluslararası toplum tarafından tanınan Yemen hükümeti oldu. Hükümet, Husilerin attığı her adımı “İran’a hizmet” olarak nitelemekte ısrar etti.
Böylece iki çalışma, “İsrail” medyasının savaş karşısındaki tepkisi ile mesajlarının nasıl askeri hedeflere hizmet edecek şekilde şekillendirildiğini; buna karşılık Arap medyasının savaşa siyasi ve ideolojik gözlüklerle, çoğu zaman sadece iç hesaplaşmalarını sürdürmek için yaklaştığını, Filistin davasını savunmaktan ve düşmanın suçlarını ortaya koymaktan uzaklaştığını – az sayıdaki istisna dışında – açık bir şekilde göstermiş oldu.



